12 Temmuz 2015 Pazar

Barış mı Bloğu?

Başlığı böyle attım sebebi duyunca aynı tepkiyi vermemden kaynaklı. 

Yanıbaşımızda hemen dibimizde emperyalizm ve siyasal islam (birbirinden ayırmadan bağlantılı yazıyorum) kıyabileceği kadar insana kıydı. Kendinden olmayan kendine karşı çıkan kim var ise kesti biçti.

Savaş başladığından bu yana taraflar hep netti, akıl karıştıracak acaba dedirtecek tek bir konumlanma gerçekleşmedi. 


Savaş başlayalı 5 yıl oldu. Esad'a ömür biçenler teker teker tarumar oldu, oluyor, olacak. 


Şimdi bir Barış Bloğu oluşturuldu diyorlar ki savaş çığlıklarına karşı barış çığlığı. 


5 yılda öyle katliamlar yaşandı ki Maan'da Sılfni'de Adra'da bu oluşturulan barış bloğu üyelerinin yarısı Esad'ın kimyasallarını konuşmaktan bu katliamlara yayınlarında metinlerinde yer vermedi bile. 


Devam edelim bu bloğun içinde Abd destekli bir müdahaleyi öngörenler isteyenler var.


Bu bloğun içinde Öso'ya ılımlı muhalif diyenler var. Bu bloğun içinde Öso'ya devrimci diyenler var insan ciğerini yiyen Öso'ya. 


Bu bloğun içinde eylemlerinde Suriye Bayrağı açtırmayanlar var. Olur da Esad yanlısı görünürüm korkusu diye. 


Bu bloğun içinde İkrime'de onlarca ilkokul  çocuğu öldüren Öso için abartıyorsunuz diyenler var.



Bu bloğun içinde savaş başladığında  Suriye'de muhaliflerin güçlenmesini isteyenler var.



5 yıl geçti gözümüzün içine baka baka yazılmış, çizilmiş, söylenmişleri unutup bu bloğa sempati duyanlarımız buradan umutlu olanlarımız var.


Diyeceğimiz o ki sizden gelecek barış geri dursun gölge etmeyin ihsan istemiyoruz.





25 Haziran 2015 Perşembe

Liberaller'e çok mu yükleniyoruz?

Yakın tarihte ülkenin içinde bulunduğu tüm önemli virajlarda omurgasızlıklarıyla gündeme oturmuş bir zümre, bin musibette payları var. Sayıları ne kadar sanki dediğinizi de duyar gibiyim. Sayıları, televizyon kanallarını parsel parsel kapatacak kadar var aslında. Cürümleri ise bunun kat be kat fazlası. Sağ liberalinden, sol liberaline, faşistinden, gericisine aynı söyleme düşmekten gocunmazlar, tam tersine  aynı sözlükten konuşmayanları da histerik olmakla itham ederler. Ne diyorlardı '' Tedirgin Laikçi Teyzeler Fönlerinin Bozulmasından Rahatsız '' . Bir dönem bitiyor, askeri vesayeti bitirenleri bir kaç yanlış yüzünden yargılayıp, yaftalayamazsınız. 2002'den sonra hemen tüm televizyon kanallarında aynı algının yıllarca süren ajit-prop'unu yaptılar. Toplumun hemen her kesimine aynı algıyı işlediler. Sıfatı mevcut, Yeni Türkiye. Vesayetlerin kalktığı, özgürlüklerin türediği Yeni Türkiye.


Şimdi konudan fazla sapmamak adına teşbihte hata olmaz diyerek benzer bir süreç ile ilişkilendirip bitireceğim. 


12 Eylül Askeri Darbesi'ni biraz yakından birkaç farklı kaynaktan okumaya başlayınca söylem benzerlikleri dikkatinizi çekecek.



Emperyalizmin sadık bekçisi Süleyman Demirel şu tezle giriyor literatüre; '' 11 Eylül 1980 günkü tablo 12 Eylül günü tamamen değişmişti. Bıçakla kesilmiş gibi duruverdi her şey. Kendi öz dinamikleriyle sürüp giden bir çatışma bu şekilde sona ermez eremez. ''



12 Eylül günü Ertuğrul Kürkçü'nün söylediklerindeki metafor da aynı.  
11 Eylül 1980 günü sıkıyönetime rağmen ülkenin her yerinde oluk oluk kan akıyordu, nasıl oldu da 24 saat sonra her tarafta silahlar sustu ve heryer süt liman oldu?  Kürkçü de büyük resmi görenlerden inanılmaz, KOMPLO.


Seyfi Öngider Devrimci Öğrenci Birliği'nin ilk başkanı. Demirel ile aynı  basımı yaparak,
11 Eylül ile 12 Eylül arasında o kadar büyük farklılık var, süreç öylesine bıçakla kesilmiş gibi kesintiye uğruyor ki..

İşkencelerde, sokaklarda vurulup düşenler geride dursun, Demirel tezine destek için ağızlarda pelesenk olmuş bıçak gibi kesilmek deyimi bir adım öne.


Yine Sadun Aren,
Darbe olur olmaz silahlı eylemler bıçak gibi kesildi. Demek ki kışkırtılıyorlardı.


Hasan Karakaya,
Verirsin solcunun eline silahı gider ülkücü öldürür. Alırsın solcunun elindeki silahı, verirsin sağcının eline o da gider solcu öldürür. Biri faşizme karşı savaştığını diğeri de komünizme karşı savaştığını zanneder ve böylece ülkenin gençleri birbirini kırar, oluk gibi kan akar. 


30 yıl geçti yıl 2015 Anadolu'da herhangi bir kahvehaneye giderseniz size gençlerin nasıl kullanıldığını izah edip büyük resmi görmenizi sağlarlar . Vay canına KOMPLO.


Çok bilmiş solcular, islamcılar, faşistler, demokratlar aynı tezi sola sirayet ettirerek ilmek ilmek işlemişler.

İşte tam da 30 yıl sonra aynı şeyler bugün için konuşulmasın diye gece gündüz liberallere vuruyoruz. 


Solcular da çok abartıyor bu liberalizm meselesini diyenler var. Söylemiş olalım az bile yapıyoruz. 

26 Nisan 2015 Pazar

Onurun Bayrağı İner mi?

2011 yılından bu yana sakallı selefilerin, tekfircilerin, sapıkların, emperyalistlerin, petrol şeyhlerinin, ılımlısından radikaline bin bir türlü islamcının karşısında yılmayan, direnen, şakağında namlu var iken '' Vallahi de sizi bitireceğiz '' diyen Suriye Halkı var.

Öyle bir direniş ki bu toprakların gördüğü en kararlı isyana '' Gezi'ye '' can vermiş. 

Öyle bir direniş ki dünyanın tüm halklarına emperyalizm zaferinin yazılmış kader olmadığını kanıyla kanıt etmiş.


Dünyanın tüm şer güçlerinin bizzati katılımıyla yine tüm şer güçlerin mali ve askeri yardımlarını katık ederek kıyım yaptılar. Bir yandan da psikolojik harp ilan ettiler kuyrukçu destekçileriyle.


Bu topraklar 3000 yıllık direnişin sonucu, evet direniş devam ediyor üstelik cehennemi aratacak kıyımlarla Maan'da yüzlerce masumun canıyla öncesinde Sılfni sonrasında Adra'da.




Burası Suriye burası inancı için ayrımsızca insanlığın katledildiği yer. Bu topraklarda insanlar reenkarnasyona inanıyor, cenneti de cehennemi de yeryüzünde bilenlere cehennemi tecrübe ettirdiler.



Direniş mevzilerinde Maan'da Adra'da katledilenlerin akrabaları var gözlerinde korkuya dair emare göremezsiniz. Bu insanlığın direnişi.


Bu topraklarda yine azınlıkta olanların Ermeni'lerin, Alevi'lerin, Dürzi'lerin, Ezidi'lerin hatta ve hatta Türkiye Güneyi'ndeki Alevilerin, yüzünü aydınlığa dönen herkesin güvencesi Suriye halkının direnişidir.


Bu yüzden bu toprakların bayrağı onurun timsalidir. 


Onurun bayrağı inmez.

22 Ocak 2015 Perşembe

Haziran

Neden Haziran?


Çünkü güneşimiz doğuyor
Çünkü bedeller ödedik
Çünkü geri adım attırdık
Çünkü öfkemizin hiddetini gördük
Çünkü canımızı yaktılar
Çünkü sevdiklerimizi aldılar
Çünkü yılmadık
Çünkü işçiydik
Çünkü kadındık
Çünkü çocuktuk
Çünkü Alevi'ydik
Çünkü Kürt'tük
Çünkü mazlumduk
Çünkü ötekiydik
Çünkü haklıydık
Çünkü öğrenciydik
Çünkü anneydik
Çünkü emekçiydik
Çünkü sömürülendik 
Çünkü yalnızdık.



Arkamızda mazlum var Ali var Ethem var Berkin var yanımızda öfke var Analarımızın öfkesi. Tekmelenerek öldük, başımızdan silahla vurulduk , yaşımız kilomuza denk oldu.

Barikatımızı biz buraya kurduk.
Kadının tam yanında, çocuğun umudunda, işçinin sıktığı yumrukta, emeği sömürülen herkesin bileğinin hakkında .


Barikatı bunların karşısına kurduk hırsızın, katilin, pedofilinin, siyasal islamın, faşistin, ırkçının, mezhepçinin.


Tavrımız net çocuklarımızı mezhepçi, siyasal islam gölgesinde okutmayacağız.

İşçinin , emekçinin bileğinin hakkını ayakkabı kutusunda bırakmayacağız.

Kadını meta olarak gören muhafazakar sapık zihniyete müsamaha etmeyeceğiz.

Biz kararlıyız sizi yıkacağız.

Yanımızda olan herkesle biraz daha güçlüyüz meydan bırakmayacağız.

Biz ki bir ağacın öfkesine bilenmişiz, tehdide aldanmayacağız . 

Barikatı biz böyle kurduk dişlerimiz sıkılı yumruğumuz yukarda faşiste boyun eğmemeye yeminli. 


Karşımızda olanlar doğruluğumuzun teyidi  .

Biz barikatı Haziran'a kurduk sen de GEL.

13 Aralık 2014 Cumartesi

Adını Koyamadığımız Üzerine

Aslında faşizmin kelime anlamından kullanım alanlarına oradan da günümüz literatüründeki aldığı konuma kadar bi dünya yazı yazacak makale ve akademik çalışma okudum ama olmuyor içinde bulunduğumuz komplike durumun izahı faşizm ile anlatılacak kadar basit değil.


Alexis de Tocqueville 1831 de henüz faşizm kelime olarak literatüre geçmemişken yaşananlar için şunları not düşmüş.


'' Demokratik halkları tehdit eden baskı tarzı, kendisinden önce gelen hiçbir şeye benzemeyecek, çağdaşlarımız hatıralarında bu tarzın imgesini bulamayacaklar . Ben kendim de ondan ürettiğim fikri tam tamına temsil edecek ve içerecek bir ifade bulmaya çalışıyorum, ama boşuna ; şu eski despotizm ve tiranlık sözcükleri yeterli gelmiyor. Şeyin kendisi yeni, o yüzden de tanımlamaya çalışmak zorundayım, bir ad veremiyorum çünkü.


Şimdi Tocqueville'nin asır yıl önce yazdıklarını bugün Türkiye şartları için kullanmak elbette abes durmuyor.  Durmadığı gibi eksik de kalıyor. 


Vasatlığın yarışı, cehaletin uyandırdığı ilimi bilme sanısı, kapitalizm ile ortak çalışma alanları hatta sisteme olağan üstü hizmet, doğduğu sınıf itibarı ile görece biraz daha entellektüel bir yaşama doğanların doğdukları sınıfı kaybetme korkusundan cehaleti ve vasatlığı övüp buradan bir algı oluşturma güdüsü , sanat, bilim ve insan adına iyi, güzel ve ileri ne kadar nesne yahut özne varsa hepsine dokunarak bir utanç silsilesi oluşturuyor.  Dokunamadıklarını ise kendi sıfatlarıyla yaftalıyor '' ucube '' diyerek.


Faşizmde finans kapital gönüllü ve paralı ajanlar eliyle işçi sınıfına hatta ve hatta bu sınıfın arkasında duran yandaşlara karşı amansız bir baskı  ve sindirme eylemine kalkışır. Tam olarak AKP hükümeti iktidar olduğu günden beri bu tanımı pratize eder. Rutine bağlanmış işçi ölümleri ve bu duruma itiraz eden işçi yandaşlarının polis devlet tarafından alıkonulmaları ise kanıtlarıdır.



Şimdi işe biraz daha sınıf gözünden bakarsak ; 

Klasik burjuva hukuk devleti kurumlarının tümünü tasfiye ederek, en aşırı dozuyla otoriter totaliter bir polis rejimi kurar.

Hiç yabancı gelmedi değil mi? Çok kısa süre önce AKP hükümetinin minik ve sevimli burjuvası yukarıda yazılanların tanım öznesidir.


Tiranın sosyo kültürel dayatmalarına gelince , kendini gündemden düşürecek herhangi bir zaman dilimini ömründen kayıp olarak gören REİS elbette kadının nasıl doğuracağına karışmayı, kıta keşfi için müslümanları kaşif ilan etmeyi mübah görüyor . Görmekle kalmayıp bir şizofreni edasıyla buna önce kendisini inandırıyor sonrasında ise çevresini.



Tekelin de en somut örneğini yine bu tanım koyamadığımız yönetim biçiminde görüyoruz.


- DİN TEKELİ
- VAKIF TEKELİ
- SOSYO - KÜLTÜREL TEKEL
- EĞİTİM TEKELİ
- TÜKETİM TEKELİ
- YARGI TEKELİ 

Ve sayısı çoğaltılabilecek bir sürü tekel örneği. 

Yine bu tanımını bile yapamadığımız tavır, sınıfları da bıçak kesiği gibi keskinleştirdi. 

İşçi sınıfı ve yandaşları , hükümet ve yandaşları olarak . Arada kalan bir sınıf yok bana kalırsa . 


Sözün özü adını koyamadığımız tavır kötü olan ne varsa içinde barındırıyor.


FAŞİZM, TOTALİTER OTORİTER YÖNETİM ŞEKLİ, SİYASAL İSLAM DİKTASI , CEHALET PRİMİ , TEKELLEŞTİRME VE DAHA NİCESİ .


 


18 Kasım 2014 Salı

Kadın

Kadını bir tanımlama esiri yapmamak için çaba vermeliyiz. Vereceğimiz çaba yerini bulana kadar uğraşacağız. '' Kadın Dediğin '' kalıbından kurtulana dek.

Dünya toplumlarında kadının izlenme sürecine bakarsak 19.yy ile birlikte bir yükselen trend olarak kadın figürü dikkat çekiyor. Türkiye sosyolojisine biraz göz atarsak cumhuriyetin kadına getirdiği kazanımlar asla göz ardı edilmeksizin günümüzden geçmişe pratik 30 yıllık bir geçmişi var.

Bir bakış açısı getirmem gerekirse kurumsallaşma kadın figürü için oldukça önemli peki niçin önemli ve nasıl bir kurumsallaşma? 

Birazcık bundan bahsetmem gerekirse kadın - erkek eşitliği konusundaki terazi farklarının ortadan kaldırılması, gerekli yasal düzenlemelerin yapılması,  kadınların özel - kamu , kamu - özel geçişlerini kolaylaştırıcı geçiş haklarının sağlanması, kadınların toplumsal , siyasal, ekonomik haklarının sağlanmasına kadar ve tüm bunları kapsayan şeyler için kurumsal bir yapıya değinelim.


Kadın sorunlarına çözüm için tespitin doğru yapılması lazım peki bu tespitler en doğru nasıl netice bulur. Önce kadını kadın gözünden göreceğiz. Kayıtsız ilk aşama bu olmalı ki pratik çözümler üretebilelim. İkinci olarak erkek gözünden kadın figürünü öğrenebilmemiz lazım zira ötekileştirmenin tabanına inip sorunu içselleştirmek adına son olarak çocuk ve toplum gözünden incelememiz gerekecek kadının etkileşim süreci nasıl filtreden geçiyor bunu anlamak için.



Tüm bunları yerli yerinde incelemek için ihtiyacımız olan feminist bilinçten biraz olsun beslenebilmek yani itici güç olarak bunu kullanmak. 


Kadının bireyselleşme sürecine değinerek başlayalım. Kadının bireyselleşme çabası aydınlanma dönemine tekabül ediyor. 18.yy'daki tartışmalar kadınların bireyselleşme sürecine çok büyük katkılar sağlada da kadın figürünün bireyselleşmesi ve feminist yapının teori üretmesi 19.yy'a denk geliyor.


Feminist söylemler 19.yy'da bir sisteme oturuyor.  Kapitalist sistem en çok da kadını sömürüyor tabiki erkeği evin reisi ilan eden sistem kadını erkeğe yardımcı bir figür olarak ilan edip çocuk doğurmakla tekilleştiriyor. 

Bu uzun yıllar böyle devam ederken Rusya'da süre gelen Ekim Devrim'i aslında kadının sosyal hayata entegre olmasında önemli bir adım. Çünkü devrimin büyük ortaklarından biri de kadınlar , o kadınlar artık eve hapsolmuş kadınlar değil sistemi değiştirecek güçte kadınlar.


Yavaş yavaş bu coğrafyaya adım atarsak islam sentezi kadını hep bir adım geriye  itmiş. Cumhuriyet ise  bu topraklarda kadın için büyük bir şans hilafet ile yönetilen bir devir artık  kapanıyor üstelik yeni dönem kadınlara sosyal hayata tutunma , erkek ile eşit şartlarda bir yaşam vaat ediyordu. 


Cumhuriyet sonrası bu atılımlar sembolik kaldı Anadoluya Köy Enstitüleri ile birlikte bir ivme gelse de bu ivme hiçbir zaman büyükşehirlere yetişemedi. 


Kadın evde ev işleri ile uğraşır ve çocuk bakar erkek ise evi geçindirmekle görevlidir. Kadının erkekten evinden mutsuz dahi olsa vazgeçme şansı yok eğer bu şansa erişmiş ise bile mahalle baskısı devreye girmiş ve baskılamıştır son olarak sindirerek süreci bitirmiştir.


90'lı yıllarla beraber kadının sosyal ve ekonomik hayata entegre olması elbette ivme kazanmıştır. Buna  sebep olanlar ise sistemin getirdiği köleleştirip fakirleştirme, köyden kente göç gibi bir sürü konjoktürel değişim. Artık geçim sıkıntısı çeken aile erkleri utansa da sıkılsa da kadının ekonomik kazanım elde etmesine ses edememiştir. 


Baskılanan kadın ise bu coğrafyanın en büyük yarası. Kadın bedeni meta olarak görülmekte ve bunun üzerinden cinayetler tacizler hatta ve hatta sosyal hayatta geri adım attırma , ekonomik olarak yıpratma gibi eylemler sürdürülmekte. Tepkisel olarak oluşturulmuş birçok dernek ve feminist topluluk var ama görüyoruz ki eylemler pratiğe ulaşmıyor söylemler sembolik tavırlar üzerinden devam ediyor.


Kadının itibarsızlaştırılması AKP hükümeti ile birlikte tavan yapıyor. Öyle ki artık hedef gösteren söylemlerden aşağılayıcı tutumlara kadar bir zihniyet bozukluğu kendini alanen deşifre ediyor ve deşifre etmekten de kaçınmıyor. 

Size biraz bu söylemlerden bahsedip yavaşça yazımı sonlandıracağım. Kadını cinsel obje olarak gören zihniyet kendini şu söylemle açık açık belli ediyor '' Kadın mısın Kız mısın belli değil '' söylemin sahibi sizin de bildiğiniz gibi dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan.  Balık baştan kokuyor şukerası boş durmuyor elbette kadının hamileyken sokağa çıkamayacağına , kadının davetkar olarak kalıplaştırdıkları gülme biçimi ile gülmeyeceğine ananı da al git diyen zihniyet karar veriyor. 

Bununla kalmıyor 4+4+4 gibi geleceğin kadınlarını eve hapseden çalıştırmayan  eğitim sistemini hayata geçiriyor . Feminist grupların bu konu ile alakalı bir eylemlilik sürecine girdiğine tanık olmadım olmaları gerekirdi oldularsa affola.

Yine bu zihniyet kadını kendi içlerinde bile tahammül edilemez bir zemine getiriyor siyasi alanda sözde varlıklar türetiyor. 


Cinayetler , tecavüzler, tacizler , sosyo ekonomik alanda kısıtlamalar bu zihniyetten cesaret alıyor.

Sözde aydın kesimler kadına önder figür olarak Hz. Ayşe'yi örnek gösteriyor.

Bizi karanlıktan aydınlığa çıkaracak olan elbette bunlar değil.


Peki neler yapılmalı? 

Sembolik söylemlerde takılı kalmak yerine kadının emeğine dikkat çekmeli.

Kadını meta olarak gören herkes baskılanıp sindirilmeli.

Kadını sadece kadına anlatarak defansif yapıyı oluşturmak yerine , erkeğe kadın eşitliğini kabul ettirip bu zemini sağlamlaştırmalı.


Örgütlenilmeli eşitlik çatısı altında.


Kamuoyu oluşturulmalı , konu ile ilgili doğru propagandalar yapılmalı.


Kadınlar siyasi arenaya çekilmeli.



Kadının evdeki figürü erkeğe denk düşmeli.


Sosyal hayatta kadına yönelik her türlü saldırı maddi yaptırım bulmalı .


Yasaların içi doldurulmalı.


Diyeceğim o ki Kadını '' Kadın Dediğin '' tanımlamasından kurtarana dek çalışmalı.



30 Ekim 2014 Perşembe

Sol'da Algı

Şu sıra sol örgütlerin propaganda şekillerine eylemsel aktivitelerine bakın mutlaka sizi irite eden bir şeyler göreceksiniz . Bu hoş görünmeyen kısmı amatörlük diyip geçiştirmicem zira aynı propoganda şeklini profesyonel örgütlüler de gerçekleştirse yine kabak tadı gelicek gibi.
Algı yönetimindeki sorunu tümüyle ele alınca ; 
hedef - çevre
mesaj - tepki bağıntıları arasında yeterli doğrudan ilişki kurulamıyor bana kalırsa. Meseleye bir iktisatçı olarak marketing bakış açısıyla yaklaşıcam sadece anlatmak istediğimi somutlaştırmak için yoksa ilişki kurma çabasında değilim. Sol'da örgütlenme gönüllülük ile ilerliyor pek tabi hepimiz bunun farkındayız. Propaganda meselesinin de iyi niyetlerle ve aslında sonuç odaklı yapıldığına da hemfikiriz.  Peki yönetimi yapmaya çalışılan algı doğru kişilere ulaşıyor mu? Kişiler bunu doğru algılıyor mu? Çevre sahiplendiğin algıyı ne derece sahipleniyor? Bu sözde soruları soruyorum çünkü yönetimin gayesi başarıya ulaşmak. Başarı ise sorularını sorduğum kıstaslarda. 
Vereceğim örnek biraz fazla kapitalist ruh içerebilir elbette fikirlerin zaiyatından söz edilemez lakin müşterisi olmayan her mal zayidir.
Algının biraz daha akademik açıklamasına gelince nesnel dünyayı duyular yoluyla öznel bilince aktarma olarak tanımlayabiliriz. Yani biraz daha sokak jargonuna geçersek  fikirleri ajite edip etkilemek, yani bam telinden yakalamak, yani çevreye uygun çevreyle değişen propagandalar üretebilmek.
Çevreyle değişen diyorum çünkü aynı mesaj farklı kişilerde farklı algılanabilir. Diyeceğim o ki her eylemsel aktivitede aynı sloganlar aynı söylemler aynı bildiriler doğru sonucu vermez. Bazen çevre sizden netlik bekler ve ajite edilmiş söylemler havada kalabilir.
Peki nasıl sonuca varılabilir? Gönüllü profesyoneller ve etkili ajite araçlarıyla. 
Yazılı olarak gazete, dergi ve röportajlar.
Radyo ve Tv'da ses getiren doğru eylemsellik kararları .
Kitaplar ki burda gerek duyulan akademik örgütlülüktür.
Afişler sokak ilişkisini doğru kuran ve hep akılda kalan.
Yazılamalar ideolijiden uzaklaşmayan üsluplu bir sempatiklik ile.
Ve en önemlisi bilinçli kollektif gruplar ile başarılı sonuçlar alınabilir.
Önce yerelden bilinçlenme sonra genele yayılma ,  Örgütlü bireyin kendinde propaganda bilincinin uyandırılması ve üslup - ajite - bilinç bağının kurulması sayesinde propagandalar netice alabilir.