13 Aralık 2014 Cumartesi

Adını Koyamadığımız Üzerine

Aslında faşizmin kelime anlamından kullanım alanlarına oradan da günümüz literatüründeki aldığı konuma kadar bi dünya yazı yazacak makale ve akademik çalışma okudum ama olmuyor içinde bulunduğumuz komplike durumun izahı faşizm ile anlatılacak kadar basit değil.


Alexis de Tocqueville 1831 de henüz faşizm kelime olarak literatüre geçmemişken yaşananlar için şunları not düşmüş.


'' Demokratik halkları tehdit eden baskı tarzı, kendisinden önce gelen hiçbir şeye benzemeyecek, çağdaşlarımız hatıralarında bu tarzın imgesini bulamayacaklar . Ben kendim de ondan ürettiğim fikri tam tamına temsil edecek ve içerecek bir ifade bulmaya çalışıyorum, ama boşuna ; şu eski despotizm ve tiranlık sözcükleri yeterli gelmiyor. Şeyin kendisi yeni, o yüzden de tanımlamaya çalışmak zorundayım, bir ad veremiyorum çünkü.


Şimdi Tocqueville'nin asır yıl önce yazdıklarını bugün Türkiye şartları için kullanmak elbette abes durmuyor.  Durmadığı gibi eksik de kalıyor. 


Vasatlığın yarışı, cehaletin uyandırdığı ilimi bilme sanısı, kapitalizm ile ortak çalışma alanları hatta sisteme olağan üstü hizmet, doğduğu sınıf itibarı ile görece biraz daha entellektüel bir yaşama doğanların doğdukları sınıfı kaybetme korkusundan cehaleti ve vasatlığı övüp buradan bir algı oluşturma güdüsü , sanat, bilim ve insan adına iyi, güzel ve ileri ne kadar nesne yahut özne varsa hepsine dokunarak bir utanç silsilesi oluşturuyor.  Dokunamadıklarını ise kendi sıfatlarıyla yaftalıyor '' ucube '' diyerek.


Faşizmde finans kapital gönüllü ve paralı ajanlar eliyle işçi sınıfına hatta ve hatta bu sınıfın arkasında duran yandaşlara karşı amansız bir baskı  ve sindirme eylemine kalkışır. Tam olarak AKP hükümeti iktidar olduğu günden beri bu tanımı pratize eder. Rutine bağlanmış işçi ölümleri ve bu duruma itiraz eden işçi yandaşlarının polis devlet tarafından alıkonulmaları ise kanıtlarıdır.



Şimdi işe biraz daha sınıf gözünden bakarsak ; 

Klasik burjuva hukuk devleti kurumlarının tümünü tasfiye ederek, en aşırı dozuyla otoriter totaliter bir polis rejimi kurar.

Hiç yabancı gelmedi değil mi? Çok kısa süre önce AKP hükümetinin minik ve sevimli burjuvası yukarıda yazılanların tanım öznesidir.


Tiranın sosyo kültürel dayatmalarına gelince , kendini gündemden düşürecek herhangi bir zaman dilimini ömründen kayıp olarak gören REİS elbette kadının nasıl doğuracağına karışmayı, kıta keşfi için müslümanları kaşif ilan etmeyi mübah görüyor . Görmekle kalmayıp bir şizofreni edasıyla buna önce kendisini inandırıyor sonrasında ise çevresini.



Tekelin de en somut örneğini yine bu tanım koyamadığımız yönetim biçiminde görüyoruz.


- DİN TEKELİ
- VAKIF TEKELİ
- SOSYO - KÜLTÜREL TEKEL
- EĞİTİM TEKELİ
- TÜKETİM TEKELİ
- YARGI TEKELİ 

Ve sayısı çoğaltılabilecek bir sürü tekel örneği. 

Yine bu tanımını bile yapamadığımız tavır, sınıfları da bıçak kesiği gibi keskinleştirdi. 

İşçi sınıfı ve yandaşları , hükümet ve yandaşları olarak . Arada kalan bir sınıf yok bana kalırsa . 


Sözün özü adını koyamadığımız tavır kötü olan ne varsa içinde barındırıyor.


FAŞİZM, TOTALİTER OTORİTER YÖNETİM ŞEKLİ, SİYASAL İSLAM DİKTASI , CEHALET PRİMİ , TEKELLEŞTİRME VE DAHA NİCESİ .


 


18 Kasım 2014 Salı

Kadın

Kadını bir tanımlama esiri yapmamak için çaba vermeliyiz. Vereceğimiz çaba yerini bulana kadar uğraşacağız. '' Kadın Dediğin '' kalıbından kurtulana dek.

Dünya toplumlarında kadının izlenme sürecine bakarsak 19.yy ile birlikte bir yükselen trend olarak kadın figürü dikkat çekiyor. Türkiye sosyolojisine biraz göz atarsak cumhuriyetin kadına getirdiği kazanımlar asla göz ardı edilmeksizin günümüzden geçmişe pratik 30 yıllık bir geçmişi var.

Bir bakış açısı getirmem gerekirse kurumsallaşma kadın figürü için oldukça önemli peki niçin önemli ve nasıl bir kurumsallaşma? 

Birazcık bundan bahsetmem gerekirse kadın - erkek eşitliği konusundaki terazi farklarının ortadan kaldırılması, gerekli yasal düzenlemelerin yapılması,  kadınların özel - kamu , kamu - özel geçişlerini kolaylaştırıcı geçiş haklarının sağlanması, kadınların toplumsal , siyasal, ekonomik haklarının sağlanmasına kadar ve tüm bunları kapsayan şeyler için kurumsal bir yapıya değinelim.


Kadın sorunlarına çözüm için tespitin doğru yapılması lazım peki bu tespitler en doğru nasıl netice bulur. Önce kadını kadın gözünden göreceğiz. Kayıtsız ilk aşama bu olmalı ki pratik çözümler üretebilelim. İkinci olarak erkek gözünden kadın figürünü öğrenebilmemiz lazım zira ötekileştirmenin tabanına inip sorunu içselleştirmek adına son olarak çocuk ve toplum gözünden incelememiz gerekecek kadının etkileşim süreci nasıl filtreden geçiyor bunu anlamak için.



Tüm bunları yerli yerinde incelemek için ihtiyacımız olan feminist bilinçten biraz olsun beslenebilmek yani itici güç olarak bunu kullanmak. 


Kadının bireyselleşme sürecine değinerek başlayalım. Kadının bireyselleşme çabası aydınlanma dönemine tekabül ediyor. 18.yy'daki tartışmalar kadınların bireyselleşme sürecine çok büyük katkılar sağlada da kadın figürünün bireyselleşmesi ve feminist yapının teori üretmesi 19.yy'a denk geliyor.


Feminist söylemler 19.yy'da bir sisteme oturuyor.  Kapitalist sistem en çok da kadını sömürüyor tabiki erkeği evin reisi ilan eden sistem kadını erkeğe yardımcı bir figür olarak ilan edip çocuk doğurmakla tekilleştiriyor. 

Bu uzun yıllar böyle devam ederken Rusya'da süre gelen Ekim Devrim'i aslında kadının sosyal hayata entegre olmasında önemli bir adım. Çünkü devrimin büyük ortaklarından biri de kadınlar , o kadınlar artık eve hapsolmuş kadınlar değil sistemi değiştirecek güçte kadınlar.


Yavaş yavaş bu coğrafyaya adım atarsak islam sentezi kadını hep bir adım geriye  itmiş. Cumhuriyet ise  bu topraklarda kadın için büyük bir şans hilafet ile yönetilen bir devir artık  kapanıyor üstelik yeni dönem kadınlara sosyal hayata tutunma , erkek ile eşit şartlarda bir yaşam vaat ediyordu. 


Cumhuriyet sonrası bu atılımlar sembolik kaldı Anadoluya Köy Enstitüleri ile birlikte bir ivme gelse de bu ivme hiçbir zaman büyükşehirlere yetişemedi. 


Kadın evde ev işleri ile uğraşır ve çocuk bakar erkek ise evi geçindirmekle görevlidir. Kadının erkekten evinden mutsuz dahi olsa vazgeçme şansı yok eğer bu şansa erişmiş ise bile mahalle baskısı devreye girmiş ve baskılamıştır son olarak sindirerek süreci bitirmiştir.


90'lı yıllarla beraber kadının sosyal ve ekonomik hayata entegre olması elbette ivme kazanmıştır. Buna  sebep olanlar ise sistemin getirdiği köleleştirip fakirleştirme, köyden kente göç gibi bir sürü konjoktürel değişim. Artık geçim sıkıntısı çeken aile erkleri utansa da sıkılsa da kadının ekonomik kazanım elde etmesine ses edememiştir. 


Baskılanan kadın ise bu coğrafyanın en büyük yarası. Kadın bedeni meta olarak görülmekte ve bunun üzerinden cinayetler tacizler hatta ve hatta sosyal hayatta geri adım attırma , ekonomik olarak yıpratma gibi eylemler sürdürülmekte. Tepkisel olarak oluşturulmuş birçok dernek ve feminist topluluk var ama görüyoruz ki eylemler pratiğe ulaşmıyor söylemler sembolik tavırlar üzerinden devam ediyor.


Kadının itibarsızlaştırılması AKP hükümeti ile birlikte tavan yapıyor. Öyle ki artık hedef gösteren söylemlerden aşağılayıcı tutumlara kadar bir zihniyet bozukluğu kendini alanen deşifre ediyor ve deşifre etmekten de kaçınmıyor. 

Size biraz bu söylemlerden bahsedip yavaşça yazımı sonlandıracağım. Kadını cinsel obje olarak gören zihniyet kendini şu söylemle açık açık belli ediyor '' Kadın mısın Kız mısın belli değil '' söylemin sahibi sizin de bildiğiniz gibi dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan.  Balık baştan kokuyor şukerası boş durmuyor elbette kadının hamileyken sokağa çıkamayacağına , kadının davetkar olarak kalıplaştırdıkları gülme biçimi ile gülmeyeceğine ananı da al git diyen zihniyet karar veriyor. 

Bununla kalmıyor 4+4+4 gibi geleceğin kadınlarını eve hapseden çalıştırmayan  eğitim sistemini hayata geçiriyor . Feminist grupların bu konu ile alakalı bir eylemlilik sürecine girdiğine tanık olmadım olmaları gerekirdi oldularsa affola.

Yine bu zihniyet kadını kendi içlerinde bile tahammül edilemez bir zemine getiriyor siyasi alanda sözde varlıklar türetiyor. 


Cinayetler , tecavüzler, tacizler , sosyo ekonomik alanda kısıtlamalar bu zihniyetten cesaret alıyor.

Sözde aydın kesimler kadına önder figür olarak Hz. Ayşe'yi örnek gösteriyor.

Bizi karanlıktan aydınlığa çıkaracak olan elbette bunlar değil.


Peki neler yapılmalı? 

Sembolik söylemlerde takılı kalmak yerine kadının emeğine dikkat çekmeli.

Kadını meta olarak gören herkes baskılanıp sindirilmeli.

Kadını sadece kadına anlatarak defansif yapıyı oluşturmak yerine , erkeğe kadın eşitliğini kabul ettirip bu zemini sağlamlaştırmalı.


Örgütlenilmeli eşitlik çatısı altında.


Kamuoyu oluşturulmalı , konu ile ilgili doğru propagandalar yapılmalı.


Kadınlar siyasi arenaya çekilmeli.



Kadının evdeki figürü erkeğe denk düşmeli.


Sosyal hayatta kadına yönelik her türlü saldırı maddi yaptırım bulmalı .


Yasaların içi doldurulmalı.


Diyeceğim o ki Kadını '' Kadın Dediğin '' tanımlamasından kurtarana dek çalışmalı.



30 Ekim 2014 Perşembe

Sol'da Algı

Şu sıra sol örgütlerin propaganda şekillerine eylemsel aktivitelerine bakın mutlaka sizi irite eden bir şeyler göreceksiniz . Bu hoş görünmeyen kısmı amatörlük diyip geçiştirmicem zira aynı propoganda şeklini profesyonel örgütlüler de gerçekleştirse yine kabak tadı gelicek gibi.
Algı yönetimindeki sorunu tümüyle ele alınca ; 
hedef - çevre
mesaj - tepki bağıntıları arasında yeterli doğrudan ilişki kurulamıyor bana kalırsa. Meseleye bir iktisatçı olarak marketing bakış açısıyla yaklaşıcam sadece anlatmak istediğimi somutlaştırmak için yoksa ilişki kurma çabasında değilim. Sol'da örgütlenme gönüllülük ile ilerliyor pek tabi hepimiz bunun farkındayız. Propaganda meselesinin de iyi niyetlerle ve aslında sonuç odaklı yapıldığına da hemfikiriz.  Peki yönetimi yapmaya çalışılan algı doğru kişilere ulaşıyor mu? Kişiler bunu doğru algılıyor mu? Çevre sahiplendiğin algıyı ne derece sahipleniyor? Bu sözde soruları soruyorum çünkü yönetimin gayesi başarıya ulaşmak. Başarı ise sorularını sorduğum kıstaslarda. 
Vereceğim örnek biraz fazla kapitalist ruh içerebilir elbette fikirlerin zaiyatından söz edilemez lakin müşterisi olmayan her mal zayidir.
Algının biraz daha akademik açıklamasına gelince nesnel dünyayı duyular yoluyla öznel bilince aktarma olarak tanımlayabiliriz. Yani biraz daha sokak jargonuna geçersek  fikirleri ajite edip etkilemek, yani bam telinden yakalamak, yani çevreye uygun çevreyle değişen propagandalar üretebilmek.
Çevreyle değişen diyorum çünkü aynı mesaj farklı kişilerde farklı algılanabilir. Diyeceğim o ki her eylemsel aktivitede aynı sloganlar aynı söylemler aynı bildiriler doğru sonucu vermez. Bazen çevre sizden netlik bekler ve ajite edilmiş söylemler havada kalabilir.
Peki nasıl sonuca varılabilir? Gönüllü profesyoneller ve etkili ajite araçlarıyla. 
Yazılı olarak gazete, dergi ve röportajlar.
Radyo ve Tv'da ses getiren doğru eylemsellik kararları .
Kitaplar ki burda gerek duyulan akademik örgütlülüktür.
Afişler sokak ilişkisini doğru kuran ve hep akılda kalan.
Yazılamalar ideolijiden uzaklaşmayan üsluplu bir sempatiklik ile.
Ve en önemlisi bilinçli kollektif gruplar ile başarılı sonuçlar alınabilir.
Önce yerelden bilinçlenme sonra genele yayılma ,  Örgütlü bireyin kendinde propaganda bilincinin uyandırılması ve üslup - ajite - bilinç bağının kurulması sayesinde propagandalar netice alabilir.
 


10 Ekim 2014 Cuma

Siz Yine de Kendinize Dikkat Edin

Üzülürken kim demiyoruz, sormuyoruz dilini, kimliğini. Tam da bugün yaptığımız gibi, canı yanan herkes için bileniyoruz.

Ağzı köpük köpük konuşanlar '' Aleviler sokağa çıkmak için fırsat bekliyor'' diye bizi yaftalıyorlar. 


Biz bir sebepten haksızlığa mahkum edilmiş herkesin yanındayız. Gezi'deki ağacın, Soma'daki madencinin, Kobane' de Kürd' ün , Telafer' de Türkmen'in , grevdeki işçinin, şiddet kurbanı kadınların, fabrikadaki çocuk işçilerin , Pozantı Cezaevi'ndeki yavruların...


Aklımın , yaşımın yettiği kadarıyla yazıyorum.

Biz asla aydın görünümlü tatlı su solcusu olmadık.
..................... ama çalışıyor onursuzluğuna hiç ama hiç alet olmadık.

Sesi kısılmış olan bizdik zira bu ülkenin başına gelmiş her müsibetten aleviler olarak nasibimizi aldık. Karanlık güçler en çok bizi sever bilirsiniz. Şimdi bu yaşananların sırasına bakınca, söylemeye çekine çekine dostlarımız şunu diyor : '' Aman kendinize dikkat edin .'' 

Çünkü devlet ne zaman sinirlense önce biz otellerde yakılıyoruz sonra evlerimizden sürülüyoruz fırsat bulurlarsa da önce kapılarımızı işaretleyip sonra da canımıza kastediyorlar.
Siz yine de kendinize dikkat edin. Bu cümlenin alt metni tam da yukarıda yazdıklarımdır.



Tarih tekerrür eder mi?

Şiddet misliyle karşılık bulur derlerse eder.


14 yaşında öldürülen bebeğimizin annesini yuhalatırlarsa eder.


2 günde öldürülen  25 kişinin adını öğrenemiyorsak eder.


Sokakta tekmelenerek öldürülen Ali'min faili serbest ise eder.


Sırf mezhep kini yüzünden dış politika sürdürürlerse eder.


Tam da böyle..


Siz yine de kendinize dikkat edin.




29 Eylül 2014 Pazartesi

Rüyasız Ceylan

Annen sana kurban olsun , uyan güzel gözlüm uyan melek yüzlüm.

Lice gözlü Ceylan .

Yine kimsenin hatırında değilsin  . Bedenine sarılamayan anandan gayrı, 4 Yıl geçti mis kokulu senden ayrı. Ağacın tepesinde parçalarını görmüşler bedeninden kaç kat daha büyüktü o havan mermisi ? Kimse ayrıntı veremiyor seni anlatamıyor.


Önce çobanlık Ceylan ya da Ceylo mu ? Ne derlerdi sana acaba? Önce seni Çobanlığa sürükleyen karanlık yoksulluk.

Yetmez Ceylo yetmez ateşin ortasında savaşın hemen yanında yaşamaya çalışan minik bedenin.

Yeter mi yetmez Ceylo yetmez bedenini havan mermisiyle paramparça edecekler yeter mi sanıyorsun yetmez katilin devlet 3 maymunu oynayacak.

Yeter mi Ceylo yeter mi yaşından fazla parçaya bölünmüş bedenin toplanacak..


Gözün hangi yana baktı Ceylan?

Yeter mi Ceylan yetmez daha bedenin için yetkililer gelmeyecek. İmam kaydını tutacak yeter mi Ceylan yetmez.

Daha otopsini temizlik görevlisiyle adliye memuru yapacak yeter mi? Yetmez.


Bir kitapsız derde verdin ömrünü. Savaşanlar düze indi Ceylan sen yoksun bedenin yok. Geride yasını anandan gayrı tutan yok.


Üstünden demir kuşlar geçti diye düşündün belki kulaklarını sağır eden demir kuşlar.


Yetmedi Ceylan yeter sandıysan yetmedi 4 yıl sonunda 1 insan bile suçlu bulunup yargılanmadı.

Yetmedi Ceylan daha yazıyorum seni suçlu buldular . Suçlu Ceylan dediler.

Yine ölümün seçici geçirgen vicdanları gram sızlatmadı yetti sanıyorsan yetmedi.


Annen sana kurban olsun, uyan güzel gözlüm uyan melek yüzlüm.

15 Eylül 2014 Pazartesi

APE MUSA

Bugün ana dilde eğitim için savaşılıyor, kürtçe ıslık çaldı diye cezaevine giren gençlerin amcası APE MUSA.

Ape kimdi? Asıl adı Musa Anter Mardinli aydın. Kişiliğinden bahsetmek gerekirse çevresinin çok yönlü olarak tanıdığı bir yazardı , iyi siyasetçi , kıvrak zekalı, büyük devrimci ve naif. Naif diyince ekliyor tanıdıkları adamına göre... Yeri gelince kimsenin edemeyeceği küfürleri hiç sakınmadan edermiş yadırganmazmış üstelik. Dengbej Ape.

Olayların akışını biraz geriden hatta en baştan verelim. Yıl 1959 Nisan 15 manşette ''102 Üniversiteli Kürt Kürtlük İddiasında bulundu'' yazıyor. Ne manidar manşet ama . Manşetin atılma sebebi Molla Barzani tarafından Irak'ta öldürülen Türkmenler kadar Türkiye'de yaşayabn kürtlerin öldürülmesi gibi canice bir teklif sunuldu ve buna bir tepki oluşturmak için dönemin Cumhurbaşkanlığına, Barolarına , Başbakanlığa vs. kınama telgrafları çekildi. Telgrafların altında Türkiye Kürtleri yazıyordu. Dersimden beri bastırılmış tepkiler vardı ve demokratik bir tepki de olsa Ankara'yı tedirgin etmeye yetmişti.

Sonrasında Kürtçülük ile ilgili ne kadar yayın varsa hepsine yasak getirildi. Diyarbakır'da yayınlanan bi dergide QİMİL (KIMIL) adında bir şiir yayınlandı ve şairin adı . Musa Anter. Kımıl şiiri hiciv içeriyordu  zaten adı da kımıl olunca Ankara'yı rahatsız etmeye yetti ve dava açıldı Anter hakkında ama bu ulusal çapta bir tepki oluşturdu mahkemeye ilgi çok artmıştı.

Anter tutuklandı, MİT listelere isimler yazıyordu ve o isimler tutuklanıyordu tüm yurtta eş zamanlı olarak kürtler tutuklandı. Sonrasında her ropörtajında kürtçe konuştuğu için asla davaları ve mahkemeleri bitmedi en son Devrimci Doğu Kültür Ocakları davasından yargılandı 1970-74 yılları arasında 36 dava geçiren Musa 74'te cezaevinden çıkıyor ve köyüüne yerleşiyor, pastoral bir hayat sürüyor zaten çıktığında bi deri bi kemik kendi deyimiyle. 1984-89 arası PKK mücadelesi başladı ve yaygınlaştı ama Ape PKK'ya uzak duruyordu. Tabi bunun bedeli kesildi kendisine vergi olarak. Ape bu vergiyi ödemeyi reddetti ve İstanbul' a kaçtı

92 yılında PKK  strateji değişikliğine gitmiş ve Ape örgütle barışmış sonrasında JİTEM tarafından tuzağa düşürülüp öldürülmüş. Öldürüldüğünde 74 yaşındaydı Ape. Bugün Ergenekon diye anılan davaların sanıklarından biri olan Veli Küçük suçlu bulunuyor. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın tetikçi olduğu yer almış.


Her neyse bir Faili belli meçhul ölüm daha işte bugün doğum günü olan Hrant'tan pek de farkı yok zaten ölümünün. Farklı olanın başı mazlumluğuyla eziliyor. Hrant Ermeni'liğiyle vuruldu Ape Kürt'lüğüyle.



Çok faili meçhulü görmüş bu ülke uslanmamak da direniyor gazeteler boy boy hedef gösteriyor. bir nevi tetikçilik yapıyor. Aydınların ölmediği İnsanların ana dilini konuşabildiği bir Türkiye zaten Yeni Türkiye'ye baya uzak. Sen iyi ki doğdun Ahparig , sen Ape ruhun şad olsun.

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Sendromlu Alevilik



Söylemleri, argümanları, yaftaları her neyse içimden geçen her şeyi kaleme alıyorum.



Biz her türlü milliyete sahip bir etnik kökenin bireyleriyiz bizler ZAZA , TÜRK, ARAP ' ız bizler etnik kökenini milliyetinin önüne koyanlarız ki edep erkanımız bizi Kabemiz İnsan öğretisine adamıştır.


Şu sıra bir moda haline gelen '' Alevi Yaftalamak'' meselesine gelelim. Yanında olmadığımız, yanında durup eleştiriye tabi tuttuğumuz veya muhalif tavır aldığımız her oluşum tarafından hakarete ve her türlü yaftaya maruz bırakılıyoruz.


En çok da Hdp tabanından bu tepkileri alıyoruz. Diyebilirsiniz münferit hareketleri neden partiye yorup eleştirilerinizi bu minvalde yapıyorsunuz diye. Münferit hareketler 1 değil 2 değil onlarca insan aynı hakaretleri aynı çerçeve etrafında örüyor.




Biraz daha açmak gerekirse bir sebepten CHP'ye oy vermiş Alevileri celladına aşık olmak ile, stockholm sendromlu olmak ile hatta ve hatta hırslarını alamayan bazı kişilerin çirkinleşerek mum söndüye varan suçlamaları aldı başını gidiyor.


Parti yöneticileri ne söylüyorsa tabanı aksini iddia ediyor tabi tüm parti yöneticilerini kastetmiyorum. Buradaki dipnot Aleviler Başbağlar Katliamı ile yüzleşsin diyen Hüda Kaya dipnotudur.



Buraya tabiki Demokratik İslam Kongresi dipnotunu kadına önder olarak Hz. Aişe'yi seçmiş oluşumu, 4+4+4'e onay vermiş meclis sıralarını, Newrozda Amed'de parti organizasyonuyla toplanmış 1 milyon kişinin dipnotunu düşmekte fayda var.



Yine hassasiyeti sekülerlik olan Alevi toplumunun bunlara rağmen bu oluşuma oy vermesi yöneticilere duyulmuş sempati, mazlumun ezilenin yanında olma güdüsü bir sürü sebep gösterilebilir.



Yıllarca Kürt hareketine destek vermiş bir toplumu şimdi yaptığımız bu eleştiri minvalinde ''Sekülerlikten Uzaklaşma'' ''Milliyetçilik Tabanında Buluşma'' muhalefeti yüzünden Kemalist olmakla , Ulusalcı olmakla yani kısaca celladına aşık faşistler olarak yaftalamak Yeni Türkiye'nin modası.


Yakın tarihi hepimiz biliyoruz ama biraz daha geriye gidince kimsenin pür-ü pak olmadığını görüyoruz. Burada bahsettiğim tabiki Osmanlı ile birlikte Alevi kesen Şafi Kürtlerdir. Aslında belkide celladımıza böyle de aşığız.




Tabi olay bu kadar tek boyutluda değil. Hdp'ye oy vermiş Aleviler için Ulusalcı görüşler bu Alevilere ne yapılsa müstehak argümanını yüzümüze vurmaktan hiç sakınmıyor.




Diyeceğim o ki 2015 seçimlerinde elbet yüzümüze vurulmuş argümanları, hakaretleri göz önüne alacağız. Zira kimse Alevilere nefretinin diyetini ödetmeye kalkışmasın.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

BİR AŞAĞILAMA ŞEKLİ OLARAK NUSAYRİ

Çok değil yaklaşık 5 ay önce bütün Arap Alevilerine Nusayri denildiğini, kendilerini bu şekilde tanımladıklarını düşünüyordum . Hatta bazı Arap Aleviler kendilerine Nusayri diyip kestirip atıyorlar artık bu tartışmadan sıkılmışlar.

Biraz Nusayri kelimesinin kökenine inelim etnologlar 5 tane sav öne sürüyor.


Bunlardan ilki sunnilerin, alevileri hristiyan olarak suçlamaları . Arapça Hristiyan Nasrani demek ve bunun küçültmesi olarak ortaya çıkmış.

İkincisi Kufe'deki Nasuraya köyünden geldiği ama bu savların en az destek göreni.


Üçüncü olarak Nazeriye kelimesinden bahsediliyor. Romalılar döneminde Suriye'de bulunan bir dağın adı.


Dördüncü sav ise önemli bir Şii Şehidin adının Nuşayr olması ki bu sav hemen hemen hiç destek görmez.


Beşinci ve en çok destek gören sav ise Ehlibeyt soyu Muhammed Bin Nusayr'ın soyu ve/veya izinden gidenler .


Peki Muhammed Bin Nusayr kimdir? 11. İmam Hasan el- Asker'in öğrencisidir.



Gelelim bu kelimenin kullanım şekline bu ismin atfedildiği halkın kendini nasıl tanımladığına. Yüzyıllardır Nusayri kelimesi art niyetli düşmanlar tarafından Arap Alevilerini tanımlamak, aşağılamak için kullanılmış. Bunu kullanan sunni kaynaklar değil sadece çoğu alevi kaynağı böyle tanımlıyor üstelik sunni tahakkümüne,baskısına maruz kalmış Arap Alevileri de kendilerini böyle tanımlamaya başlamış.

Dünya genelinde 7-8 milyon Arap alevisinden bahsediliyor, çoğu Suriye ve Antakya civarında yaşıyor. İnançları Ritüelleri Anadolu aleviliğinden oldukça farklı kendilerini biz Ali'nin izinde giden  ana dili arapça olan Arap Alevileriz diye tanımlıyorlar. Bizi dinsizlikle suçlayanlar , ehli sünnet dışı sayanlar ve dışlayanlar bizi böyle adlandırıyor diyor Arap Alevi Şıh'ı  Nasreddin Eskiocak.


Bir yandan bulunduğu coğrafya itibariyle kozmo, etkileşim mezhebi haline gelmiş Arap Aleviliği . İsmaiililikten, Şiilikten ve Hristiyanlıktan birçok iz taşıyor . Reenkarnasyona inançları var. Yani içeriği dolu dolu bir inanış şekli.

Bu yazıyı bir Anadolu Alevisi olarak yazma sebebime gelince bu söylediklerimi lütfen not alın. Biz cellatlarımızın bizi tanımladığı dilde asla tanımlamayacağız.

Ne Ezidiler kendilerine Yezidi diyecek.
Ne Anadolu Alevileri Kızılbaş.
Ne de Arap Alevileri Nusayri.

Bizi tanımlarken düşmanımızın cellatlarımızın dilini kullanmayın.

5 Ağustos 2014 Salı

Az Bildiğimiz Timur



Timur'un tarihi kişiliğine , askeri kimliğine vs. hiç değinmeden yezid ve muaviye soyuna neler yaptığından bahsedicem aslında alıntı yapıcam.


Timur Sivas’ı aldıktan sonra güneye doğru Memlukler üzerine yönelmişti. Memluk sultanı Berkuk'un ölümünden sonra Memlukler'in içine düştüğü karışık durumu biliyordu ve Bayezid ile karşılaşmadan önce bu durumdan faydalanmak istiyordu sonrasında ise, 30 Ekim 1400 tarihinde Halep şehrini aldığı zaman, şehrin alimlerini ve kadılarını huzuruna kabul ederek onlarla bir görüşme yaptı. Bu görüşmede bulunan İbn Şıhne, bu toplantıyı şöyle anlatır:


Bizi çağırttı,huzuruna geldik ve oturmamız emredildi. Bize, size Semerkand, Buhara, Herat şehirlerindeki ulemaya sorduğum ve cevap veremedikleri soruyu soruyorum. En iyiniz ve en bilginizden başkası bana cevap vermesin ve ne konuştuğunu bilsin dedi. Bunun üzerine Timur sordu. Dün sizden ve bizden ölenler oldu,peki hangisi şehittir? Sizden ölenler mi,bizden ölenler mi? Herkes susmuştu ki,Allah bana cevabı hemen gösterdi. Dün sizden ve bizden kim Allah adını yüceltmek için savaştı ve öldüyse o şehittir” diye ekledim.Bunun üzerine Timur güzel,güzel dedi. Kendisinin son sorusu Hz. Ali, Muaviye ve Yezid hakkında ne diyorsunuz?şeklinde oldu. Kadı Alemuddin el-Kufsî, üçü de müçtehiddir deyince Timur çok kızdı ve haklı olan Hz. Ali’dir, Muaviye zalim, Yezid ise canidir. Siz Halepliler Hüseyin'i katleden Şamlılar kadar suçlusunuz dedi.Timur 25 Mart 1401'de Şam'a girdi. Şam’ı alan Timur, ilk Emevi halifesi Muaviye’nin oğlu olan ve Hazreti Muhammed’in torunu Hazreti Hüseyin ile yakınlarının Kerbela’da şehit edilmesine sebebiyet veren Yezid’in Şam’daki Emevî Camii’nin yakınında bulunan Bâbü’s-sagîr Mezarlığı’ndaki kabrini açtırmış ve Yezid’in kemiklerini yaktırmıştı. Timur, Şam’da üzerlerine derme çatma kulübelerin yapılmış olduğu bazı mezarlar gördü. Kime ait olduklarını sorunca Sahabe'nin yani Hazreti Muhammed’in yanında bulunmuş bazı kişilerin mezarları olduğunu öğrendi. Ama bu mütevazi mezarların hemen ilerisinde, Emevî Camii’nin yakınında bulunan kubbeli ve son derece gösterişli bir mezarın da Muaviye’nin oğlu Yezid’e ait olduğunu öğrenince hiddetlendi ve Sahabe mezarlarının üzerine kulübeler kondurmuş, peygamber efendimizin torununu katletmiş bu adama da saray gibi mezar yapmışsınız diyerek Yezid’in türbesinin derhal yıkılmasını, toprağının elli arşın kazılarak Kızıldeniz’e dökülmesini buyurdu ve askerinden binlercesini getirerek Yezid’in mezarının üzerine işetti. Bu sırada Muaviye’nin mezarı da ortadan kaldırılmıştı.



Bu konu ile ilgili anektodlar düşmek istersek alıntı yapacağımız birçok şey var aslında;


En başta Edirneli Oruç Bey olmak üzere, eski devir tarihçileri, Timur’un 1400 yılı Ekim’inde Şam’ı almasından hemen sonra Yezid’in mezarına yaptıklarını uzun uzun anlatırlar... Evliya Çelebi ise, meşhur “Seyahatnâme”sinin dokuzuncu cildinde korku filmini andıran ama rengârenk sahneler nakleder ve Timur’un sadece mezarı tahrip etmekle kalmadığını, Yezid’e saygı gösteren binlerce kişiyi de yaktırdığını anlatır.




Yine Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesin de şöyle bahseder .Timur, Şam’ı aldıktan sonra Emevî Camii’ne gelip Yezid’in yolundan gidenlere ‘Burayı taht merkezi yapmaya karar verdim ama yapayalnızım. Beni evlendirin. El sürülmemiş öyle güzel bir kız bulun ki, cihanda bir benzeri olmasın’ dedi.



Sonrasında geçenleri yine alıntılıyorum; Yezid’in yolundan gidenlerin şeyhi ‘Padişahım, şayet cariyen olmasına tenezzül buyurursan benim kızımı al!’ diye öne çıktı, Timur kabul edip kırk gün kırk gece düğün yaptı. Öyle bir şenlik oldu ki, koskoca Şam’da tek bir çadır daha kuracak yer kalmadı. Timur, kırk birinci gün, Yezid’in yolundan gidenlerin bütün şeyhlerini huzuruna davet edip genç karısı ile Emevî Camii’nin yakınında gerdeğe girmek istediğini söyledi. Yezid’in şeyhleri hemen ‘Olmaaaz! Bu kadar kalabalık içerisinde Züleyhâ gibi güzel olan o kızın avret yerini keşfetmeye kalkarsanız şeyhimizin namusu incinir’ dediler. Bu sözü işiten Timur ‘Bre mel’unlar’ diye haykırdı. ‘Hazret-i Peygamber’in mübarek soyundan gelen İmam Hüseyin’i Kerbelâ’da şehid edip mübarek başını şehir şehir dolaştıran, evlâdını susuzluktan helâk eden, soyundan gelenleri ordaburda teşhir eden siz değil misiniz? Bunları yapmaya utanmadınız da şimdi şu mel’un herifin nikâhlayıp aldığım kızı ile kapalı bir yerde gerdeğe girmemden mi utanıyorsunuz? Bre sizin ırzınız nedir? Söyleyin bana, sizi ne şekilde katledeyim?’ Askerine emretti, her taraftan odun getirtip Yezid’in yolundan gidenleri Nemrud ateşi içerisinde bıraktı. Sonra gidip Yezid’in kabrini açtırdı. Cesedin hâlâ bozulmadığını gören bazı askerlerinin ‘Sultanım, bu Yezid ne de olsa sahabedendir; affeyle!’ demelerine daha da hiddetlendi, bir ateş daha yaktırdı, Yezid’in cesediyle beraber 13 kişiyi orada ateşe attı ve Yezid’in küllerini havaya savurttu. Bu iş de bitince bütün askerini çağırıp mezarın üzerine işetti.”





Bilelim zulmün sevdası kalmaz dünyada bizler Ehlibeyte gönül verenler mazlumun yanında olduğumuz sürece. Timuru saygıyla anmak için yeteri sebep. Bu arada Timur kaynakları asla bu anektodlara yer vermez .


1 Temmuz 2014 Salı

Kederimiz Kaderimiz Madımak

       Bu yazıya başlayacak gücü kendimde bulamadım ne fiziksel ne psikolojik ne madden ne manen gücüm yoktu. Tesadüfen hiç istemediğim bir tesadüf ile Berkin'in anneannesinin ağıdını izledim. Hissettiklerimi yazıya dökmem öyle imkansız öyle zor ki her cümlemde bir damla gözyaşım var. Hissettiğim öfke bu yazı için biraz olsun gücümü topladı.
 
      Kederimizi , yasımızı not etmekten başka bir şey  yazmadık. Yazıyorum ki ders olsun çocuklarıma yazıyorum ki ders olsun çocuklarına. Benim bugün hissettiklerim silinmesin zamanda. Biz ekildik toprak olduk, geldik bugüne. Sıratı yol eyledik, Acıyı bal eyledik geldik bugüne.

    Hor baktık mı karıncaya ? Kırdık mı kanadını serçenin ? Vurduk mu karacanın yavrusunu ? Ya nasıl kıyarız insana? Ya nası kıyarız insana ? Dilinde bu kelimeler tam 22 yaşında benim bu yazıyı size yazdığım yaşta diri diri yakıldı diri diri. Hasretim Gülüm Tekinim ne acın bal oldu ne de izansız vurulan karaca yavrusunu kurtarabildin. Ah senin o güzel sesin isyan mı oldu caniye ? Ah o mızrap tutan güzel ellerin karşı koyamadı mı katile?

     Ahvalimizi kimse duymadı, duymuyor gittin gideli hiçbir şey değişmedi ölümünüz solumuzda yara. Katlimize ferman yazılmaya devam ediliyor. Diner mi bu acı bu her adın geçtiğinde sızlayan burun direği? Bağışla sevdiğim dedin bağışladı mı acaba o gönlüne giren güzel affetti mi seni ? Diri diri yaktılar güzel yüzlüm diri diri yaktılar.

     Biter mi bu çile düşerler mi yakamızdan Nesimi düşerler mi? Ardında bıraktığın oğlunun adı bile Mazlum iken bu zulüm biter mi ? Dostluklar kurulsun, İnsanlar gülsün, Barış güvercinleri uçsun bu dünyada dedin Nesimi küllerini savurdular küllerini . Diri diri yaktılar diri diri sen kimse ölmesin diye vurdukça sazının demine küllerini savurdular küllerini.


     Nesimi  ey yüreği dağlı Nesimi daha Deniz için Yusuf için, Hüseyin için ağıdının tınısı var iken ağıdımıza kattılar seni Ey Nesimi. Ağla gönlüm ağla durmadan ağla bugün 72 mayıs 6dır dedin ağıdında fidanlara. Ağıdım sana ulaşır mı ? Ağla gönlüm ağla durmadan ağla bugün 93 TEMMUZ 7dir.


    Sen yüceler yücesi Muhlis Akarsu sen. Tahmin eder miydin bugün gönlüm hoş değil derken sana ağıt yakılacağını bilir miydin? Dosta selamdan Aşka sedadan başka ne eyledin canilere ne eyledin katillere ?


   Hangi sorum cevap bulur hangi gönül deva bulur bu sorulara?  Yakılan canları teker teker anlatmaya yüreğim yetmiyor. Sevmekten başka ne eyledik? Bütün evrene semah dönmekten başka ne eyledik? Payımıza acıdan, zulümden kederden başka ne düştü ?

   Bizde ne Sivaslar bitti ne Çorumlar ne Maraşlar ne Dersimler .Sanmayın ki bittik Bizi Vurmak Kurtuluş mu? Ekilip ekin geliriz. Ezilir hu geliriz . BİR GİDER BİN GELİRİZ

  Çare yok. Siz yaktınız Biz yakıldık. Siz hep zalimdiniz biz hep mazlum . Sizinle hiç rolleri değişmedik


    Yakılan tüm Canları Saygı ve Kederle anıyorum. Ruhlarınız huzur bulsun.






27 Haziran 2014 Cuma

José Mujica Büyük Gerilla

Jose Mujica 1935'te Uruguay'da doğdu. Gençliğinde Küba'da yaşananları takip ediyor ve ilham alıyordu. Dönemin silahlı örgütü Tupamaros'a katılıyor ve sonrasında 1972'de bir polisi öldürmekten tutuklanıyor.


 Bu tutukluluk 15 yıl sürüyor ve işkencelerle geçen bu yıllar tek hücrede gerçekleşiyor Jose Mujica bu süreçte  siyasi kavgasından ve düşüncelerinden vazgeçmiyor.


Tutukluluğunun üzerinden 14 yıl geçiyor Uruguay demokrasi ile buluşuyor ve bu süre içerisinde çıkarılan genel af ile özgürlüğüne kavuşuyor.



Hapishaneden çıktıktan sonra daha bir karizma gözüküyor sempatizanlarına. Üyesi olduğu Tupamaros örgütünden arkadaşlarıyla beraber Halk Girişimi Hareketini Kuruyor.

Buradan sonra bir kaç yılı es geçerek devam etmek istiyorum. Mujica karizmasının sayesinde Halk Girişimi Hareketi 2004'te ittifağın en büyük partisi haline geliyor. 2004'te Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının başına getiriliyor neden bu bakanlık diye düşünüyorsanız bu gerilla bir çiftçi çünkü .



Her ne ise siyasi yaşamına biraz daha değinip kendisini anlatacağım Gerillaların Şahı Marksist Jose Mujica.


2009'da devlet başkanlığı için seçimlere girdi propogandasını şu başlıklar altında topladı. DÜRÜST HÜKÜMET, BİRİNCİ SINIF ÜLKE. 

Ekim 2009'da yapılan seçimlerde %48 oy alarak gerekli desteği sağlayamadı, ikinci turda %52 alarak 1 Mart 2010' da göreve başlamış.


Biraz kendinden bahsedersek dünyanın en rahat devlet başkanı görünüşe asla önem vermiyor görünüş için harcanan çabayı anlamsız buluyor. Bütün hayatını mücadele ederek geçirmiş bu süre zarfında 2 kere hapishaneye girmiş 6 defa vurulmuş.


Başkanlık sarayı yerine eşi ile birlikte bir çiftlikte yaşıyor. Boş zamanlarında  asıl mesleği olan çiftçiliği yapıyor eşi de yetiştirdiği çiçekleri satıyor.


Jose Mujica çiftlikten ayrılırken 1987 model bir vosvosu kullanıyor . Evlerine giden yolun yakınında 2 koruma görevlisi bekliyor. 3 bacaklı köpeği çiftlikte bu çifte eşlik ediyor.


12.000 dolarlık maaşının %90'ını fakirlere ve küçük girişimcilere dağıtıyor. Eşi de bir senatör ve o da maaşının bir kısmını fakirlere bağışlıyor . BBC'ye verdiği bir röportajda maaşımı dağıttıktan sonra geri kalan para bana yetiyor diyor. Bu benim seçimim zaten hayatımın büyük bir bölümünü bu şekilde geçirdim derken şu ifadeleri kullanıyor: '' Ben yoksul değilim. Pahalı hayatları yaşamayı seçen insanlar yoksulluk çeker diyor. ''


İşte bir Gerillanın başkanlık öyküsü bu yazıyı onun en mükemmel fotoğrafıyla bitiriyorum. 

Sevgiyle Kalın ...









23 Haziran 2014 Pazartesi

Şah İsmail'e Dair

Şah'a Dair

Tarihin geri plana itmeye kalkıştığı ama başaramadığı tek İsmail, Şah İsmail.


Siyasi ve askeri kimliğinden öte biraz kendisine değinelim . Şah  daha küçükken ölüm korkusuyla tanışmış, dedesinin müridlerince kaçırılmasa öldürülecek, belki bu bize, neden cihana kafa tuttuğunun bir ön bilgisi, cesaretinin alt metni.


Yıllarca kaçak, gözlerden ırak bir hayat sürdü 12 yaşında yandaşlarına nasıl kale fethedileceğini anlatıyordu. Şimdi bir es verip düşünmeye başlayalım 12 yaşında biz ne yapıyorduk ? Tamam şimdi okumaya devam.


Kaçak olarak yaşıyor ve ele geçmekten korkuyor. Bu süre zarfında yandaş toplayabilmek için kilometlerce yol yapıyor, iklim değiştiriyor. Sırrı şu ki karşılaştığı herkes, sözüne değen herkes onun tılsımına katılıp safını belirliyordu. Yeri Şah'ın yanı.


Şah'ın sözleri kişiliği hemen hemen her şey tılsımlı gibiydi ve bu tılsıma hor görülen anadolu halkı da karşı koyamamıştı. Anadolu sel olup Şah'a gidiyordu özellikle Erzincan, Sivas ve Karaman . Karaman biraz şaşırttı sanırım evet Karaman Türkleri de Şah'ın yoluna düştüler.

O dönem Yavuz yanlıları dilekçelerine şunları dökerken : '' İşte bir zaman geldi ki Rum ülkesinin halkının çoğu Erdebil olup kafir oldu'' Hoca Sadeddin ise böyle döker kaleme '' Ol tarifenin kalanı dahi terki diyar etmek istediler,  Ölüsü dirisine yüklenip cümlesi çıkup gitmek istediler '' .


Ömründe ve diyarında bir saygı görmemiş anadolu halkı tümen birliği oluşturuyorlardı Şah'ın yanında , gördükleri bu saygınlık ve itibar Şah'a bağlılığı daha da arttırıyordu. Ne Osmanlı'nın ne de Dulkadiroğulları'nın önlemi durduramıyordu Şah'a giden halkı.


Aşık Paşazede'nin duyduğu bir söylentiye göre halk Şah'a giderken şunları söylüyordu  '' Bizler hac yerine erdebil ziyaretini yeğliyoruz,  Biz ölüye değil diriye varırız''. Şah'ın ilahlaştırılması halktan Şah'tan değil.



Bu akış boşuna değil bu oluk oluk insan seli Şah'ın hikmetine değil kelamına, bilgisine, eğitimine geliyor. Hemen hemen tüm söylentilerde gücü ve heybetinden dem vuruluyor.



Siyasi ve Askeri kimliğinden değil kendisinden bahsettim biraz sonuna şu notu düşmeyi de görev atfederim kendime. Şah çok usta bir sanatçıdır, alevi cemlerinin ulu ozanıdır...


Şah İsmail Şah Hatayi' dir.


Şah'ın kalemiyle bitiriyorum ilk yazımı hikmet getirmesi dileğiyle..


Ela gözlü pirim geldi
Duyan gelsin işte meydan
Dört kapıyı kırk makamı
Bilen gelsin işte meydan

Hudey hudey dostlar hudey
Hudey hudey canlar hudey

Ben pirimi hak bilirim
Yoluna can veririm
Dün doğdum bugün ölürüm
Ölen gelsin işte meydan

Hudey hudey dostlar hudey
Hudey hudey canlar hudey

Bağ olan yerde bağ olur
Gül olan yerde hav olur
Bu sitemler çok zor olur
Çeken gelsin işte meydan 

Hudey hudey dostlar hudey
Hudey hudey canlar hudey


Şah Hatayi der sırrını
Ortaya koymuş serrini
Nesimi gibi derisin
Yüzen gelsin işte meydan

Hudey hudey dostlar hudey
Hudey hudey canlar hudey